AYETLERİN İNİŞ SEBEPLERİ VE OLAYLAR ALFABETİK SIRA


HZ. MUSA'NIN HIZIR'LA BULUŞMA OLAYI:

Mûsâ Pey­gamber İsrail oğullarından bir topluluk içinde bulunduğu sırada ona bir adam geldi de:
— Senden daha âlim bir kimse bitiyor musun? diye sordu.
Mûsâ da:
— Hayır bilmiyorum, dedi. Bu cevâbı üzerine Musa'ya:
— Evet, benim kulum Hadır (Hızır) vardır (o senden bâzı hu­suslarda daha âlimdir), diye vahy verildi.
Bunun üzerine Mûsâ Peygamber o daha âlim olan kul ile buluş­ma yolunu istedi. Allah da ona (Hızır'ın mekânı ve buluşma yerine alâmet olmak üzere) balığı bir âyet, bir nişan kıldı. Ve Musa'ya:
— Yâ Mûsâ, balığı kaybettiğin zaman hemen geri dön. Çünkü sen o kula orada kavuşacaksın! denildi.


Artık Mûsâ balığın kaybolduğu denizin içinde balığın izini ta'-kîb edecek idi. Yola devam ettiler. Bir yerde Musa'nın hizmetçisi olan genç, Musa'ya:
— Ne dersin? Kayanın yanında barındığımız zaman (balığın de­nize düşüp hareket ettiğini görmüştüm;) ben balığı unuttum. Onu zik­retmemi bana unutturan ancak şeytândır, dedi.
Mûsâ:
— Zâten istediğimiz bu idi, dedi.
Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Sonunda taşın yanında Hadır'ı buldular. Hadır'la Musa'nın işinden Allah'ın el-Kehf Sûresi'nde hikâye ettiği şeyler oldu .Buhari, Tevhid:32




Ey Muhammed! Bir vakit Musa genç adamına demişti ki: "İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim, yahut senelerce gideceğim.
Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu.
İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman, Musa genç arkadaşına: "Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk" dedi.
Adam: "Gördün mü! dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti."
Musa da demişti ki: "İşte aradığımız o idi." Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler.
Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
Musa ona: "Allah'ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi.
(Hızır) dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin.
"İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?"
Musa: "İnşaallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim" dedi.
(Hızır) dedi ki: "O halde bana tabi olacaksın; ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma!"
Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul (Hızır) gemiyi deldi. Musa, ona şöyle dedi: "Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın."
(Hızır:) "Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?" dedi.
Musa dedi ki: "Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma."
Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü. Musa: "Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın" dedi.
Hızır dedi ki: "Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?"
(Musa) dedi ki: "Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek son mazerete ulaştın.
Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa: "İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın" dedi.
Hızır dedi ki: "İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim."
"Gemi, denizde çalışan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı."
"Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk."
"İstedik ki Rabbleri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin."
"Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur."KEHF:60...82













TEYEMMÜM AYETLERİNİN NÜZUL SEBEBİ:

Ey inananlar, namaza kalktığınız zaman yıkayın yüzlerinizi ve dirseklerinizle berâber ellerinizi ve başınızın bir kısmını meshedip ayaklarınızı topuklarınızla berâber ve cünüpseniz iyice yıkanıp arının. Hastaysanız, yahut seferdeyseniz, yahut içinizden biri ayak yolundan geldiyse, yahut da kadınlara temas etmişseniz su bulamadığınız takdîrde temiz toprakla teyemmüm edin de toprakla yüzünüzü, ellerinizi meshedin...MAİDE:6

Sarhoş iken, ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken, yolcu olmanız hariç, gusül abdesti alıncaya kadar, namaza yaklaşmayın! Eğer hasta iseniz veya yolculukta iseniz veya sizden biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuş fakat su bulamamışsanız, o taktirde temiz toprağa teyemmüm edin, sonra onu yüzlerinize ve ellerinize mesh edin (sürün). Muhakkak ki Allah, günahları affeden, mağfiret edendir.NİSA:43

Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûlullah(S)'ın yaptığı sefer­lerin birinde beraberinde yola çıktık. Ya Beydâ'ya, ya da Zâtu'l-Ceyş'e vardığımızda (yanımda ariyet olan) bir gerdanlığım koptu . Onun aranması için Rasûlullah bekledi. İnsanlar da O'nunla beraber bek­lediler. Hâlbuki bir su yanında değillerdi; beraberlerinde de su yok­tu. İnsanlar Ebû Bekr'e gelip:
— Âişe'nin yaptığını görüyor musun? Rasûlullah'ı da, O'nunla beraber insanları da (yollarından) alıkoydu. İnsanlar su başında de­ğiller, yanlarında su da yok! dediler.
Ebû Bekr yanıma geldi. Rasûlullah başını dizimin üzerine koyup uyumuştu. Ebû Bekr:
— Sen Rasûlullah'ı da, insanları da yolundan alıkoydun. Su ba­şında değiller, yanlarında da su yok! dedi.
Âişe dedi ki: Ebû Bekr beni azarladı ve Allah'ın, onun söyleme­sini istediği şeyleri söyledi, eli ile de böğrümü dürtmeye başladı. Beni kıpırdamaktan Rasûlullah'ın dizim üzerinde bulunmasından başka hiçbirşey men' etmiyordu. Rasûlullah sabah oluncaya kadar uyudu, hiç su yoktu. İşte bunun üzerine Allah, Teyemmüm (Mâide:6) âyeti­ni indirdi. İnsanlar teyemmüm ettiler. Useyd ibn Hudayr (R):
— Yâ Ebâ Bekr hanedanı! Bu sizin ilk bereketiniz değildir, de­di.
Âişe: (Sonra, gideceğimiz sırada) üzerine bindiğim deveyi kal­dırdık ve gerdanlığı altında bulduk, demiştir.Buhari,sahabelerin faziletleri:5







Âişe, kızkardeşi Esma'dan bir gerdanlığı emânet almış, o da kaybolmuştu. Rasûlullah sahâbîlerinden birtakım insanları onu aramaları için gönderdi. Bu arayıcılara namaz vakti ye­tişti de bunlar (su bulamayıp) abdestsiz olarak namaz kıldılar. Peygamber(S)'e geldiklerinde, su bulamayıp abdestsiz namaz kıldıkları­nı O'na arzettiler. Bunun üzerine Teyemmüm Âyeti (Nisâ: 43, Mâide: 6) indi. Bunun üzerine Useyd ibnu Hudayr, Âişe'ye:
— Allah seni hayırla karşılasın! Vallahi senin başına herhangi bir meşakkatli iş geldiyse, muhakkak Allah ondan bir çıkış yolu ihsan etmiş, müslümânlara da onda bir hayır ve bereket kılınmıştır! dedi .Buhari,Nikah:66





BOZGUNCULUK YAPANLARIN CEZASI:

Allah'a ve Rasûlü'ne harb açanların, yeryüzünde fesâdçılığa koşanların cezası, ancak öldürülmeleri, ya asılmaları yâhud elleri ile ayaklarının çaprazvârî kesilmesi yâhud da sürülmeleridir. Bu onların dünyâdaki rüsvâylığıdır" (Mâide: 33)


Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Ukl kabilesinden bir topluluk Peygam-ber(S)'in huzuruna geldiler, İslâm Dîni'ne girdiler. Fakat hastalan­dıklarından dolayı Medîne'de ikaamet etmek istemediler. Peygamber de onlara Beytu'1-mâle âid sadaka develerinin bulunduğu yere gitme­lerini, develerin sidiklerinden ve sütlerinden içmelerini emretti. Onlar Peygamberin dediğini yaptılar ve sağlıklarını kazandılar. Sonra dînden geri döndüler, develerin çobanlarını öldürdüler ve develeri sürüp gö­türdüler. Onların bu işleri Peygamberce ulaşınca arkalarına bir süvârî birliği gönderdi. Yakalanıp getirildiler. Peygamber onların ellerini ve ayaklarını kestirdi, gözlerini oydurdu. Peygamber onların kesilen yerlerine kanın dinmesi için dağlama ameliyyesi yapmayıp öylece terketti. Nihayet öldüler.Buhari, Savaşlar:1





İÇKİ YASAKLANMADAN ÖNCE İÇKİ İÇENLER AFFEDİLDİ:


Enes ibn Mâlik (R) şöyle dedi: Ben Ebû Talha'nın evinde bir içki meclisinde içki dağıtıcılık yapıyordum. O gün onların şarâbı (hurma koruğu ve hurmadan yapılıp) fadîh denilen içki idi. Derken Rasûlullah bir nidâcıya emretti, o da "Haberiniz olsun ki şarâb ha­ram kılınmıştır" diye nida ediyordu. Enes dedi ki: Ebû Talha bana:
— Çık, şarâbları dök! dedi. Ben çıkıp şarâbları döktüm.
Enes dedi ki: Medine sokaklarında su gibi şarâb aktı. Bu sırada topluluktan bâzısı:
— (Uhud günü) bir topluluk karınlarında şarâb olduğu hâlde öl­dürüldüler (bunlar ne olacak)? dediler.
Bunun üzerine Allah şu âyetleri indirdi:Buhari, Zulümler: 21


İman edip iyi işlerde bulunanlara; çekindikleri, inandıkları ve iyi işlerde bulundukları, sonra gene çekinmede devam ettikleri, inançlarını güttükleri, sonra da gene çekinip durdukları ve iyilik ettikleri takdîrde haram edilmeden önce yedikleri şeyler yüzünden bir vebal yok ve Allah iyilik edenleri sever.MAİDE:93






VASİYET VE GAYRİ MÜSLİM İKİ ŞAHİT :


İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Benû Sehm'den (müslümân) bir kişi (Hristiyan) Temîm ed-Dârî ve Adiyy ibn Beddâ ile birlikte sefere çıkmış ve müslümân bulunmayan bir yerde ölmüştü. Bu iki hrıstiyan kişi Sehmî'nin terikesiyle mirasçı­larının yanına geldiklerinde, mirasçılar eşya arasında altın kakmalı gümüş bir bardağı bulamadılar. (İki yoldaşın inkârı ve da'vânın Rasûlullah'a arzı üzerine) Rasûlullah bu iki hırıstiyan kişiye yemîn ettir­di. Sonra o bardak Mekke'de bulundu. Ve bardağın yeni sahibleri:
— Biz bunu Temîm ile Adiyy'den satın aldık, dediler. Bunun üzerine Sehmî'nin velîlerinden iki kişi kalktılar ve:
— Bizim şehâdetimiz onların şehâdetinden şübhesiz daha haklı­dır. Ve bu bardak kesin surette ilk sâhiblerine (yânî Sehmî'nin mi­rasçılarına) âiddir, diye yemîn ettiler.
İbn Abbâs: İşte bu "Ey îmân edenler..." (ei-Mâide: 105-108) âyeti bu kıssadakiler hakkında indi, demiştir.Buhari, Vasiyyet:36




Ey inananlar, birinize ölüm gelip çatarsa aranızda vasiyet edeceğiniz zaman, sizden iki âdil tanık bulunsun. Yolculuktaysanız ve gene size ölüm musibeti gelip çatacaksa sizden olmayan iki kişiyi de tanık tutabilirsiniz. Ancak onları, namazdan sonraya dek alıkoyun da akraba bile olsa Allah'ı bırakıp yerine hiçbir menfaati satın almayacağız, tanıklığımızı, Allah için gizlemeyeceğiz, gizlersek günahkarlardan olalım diye Allah'a yemin etsinler.O iki tanığın bir günahı hakkettikleri anlaşılırsa mîras hakkında sahip olanlardan ve tanıklığa daha ziyade lâyık bulunanlardan iki kişi, onların yerine geçer, bizim tanıklığımız, onların tanıklığından daha doğrudur ve biz zulmetmedik, ettiysek zâlimlerden olalım diye Allah'a yemin ederler.Bu, hakkıyla tanıklık etmelerini, yahut yeminden sonra tanıklıklarının, yeminlerinin reddedilmesinden korkmamalarını sağlamaya daha yakındır. Ve çekinin Allah'tan ve dinleyin. Allah kötülükte, taşkınlıkta bulunan kavmi doğru yola sevk etmez.Maide:106,107,108







PEYGAMBERİN CEBRAİL İLE DAHA ÇOK GÖRÜŞMEK İSTEMESİ:


Peygam­ber (S):
— "Yâ Cibril! Senin bizi şu ziyaretinden daha çok ziyaret etme­ne ne mâni' oluyor?" diye sormuştu.
Ve biz ( melekler), Rabbinin emri olmaksızın inmeyiz. Bizim önümüzde, arkamızda ve bunların arasında olanlar, O'nundur. Ve senin Rabbin, (seni) unutmuş değildir.MERYEM:64
İbn Abbâs:İşte bu kelâm, Muhammed(S)e cevâb oldu.Buhari, Tevhid:24





KAFİR KADIN VE ERKEK İLE EVLENİLMEZ

(Hudeybiye Antlaşmasından )...sonra mü'min kadınlar da muhacirler olarak geldiler. Ve Ukbe ibn Ebî Muayt'ın kızı Ümmü Kulsüm de kadınlık çağına erişmiş ol­duğu hâlde, o gün Rasûlullah'm yanına çıkıp gelenlerden idi. Müte­akiben ailesi gelerek Peygamber'den Ümmü Kulsüm'ü kendilerine geri vermesini istediler. Fakat Peygamber Ümmü Kulsüm'ü ailesine ver­memiştir. Çünkü kendisine gelen bu kadınlar hakkında Allah şu âyeti indirmiştir:Buhari, Şartlar:1
Ey inananlar! İnanmış kadınlar hicret ederek size gelirlerse onları deneyin, hicretlerinin sebebini inceleyin. Allah onların imanlarını çok iyi bilir. Onların mümin kadınlar olduklarını öğrenirseniz, inkarcılara geri çevirmeyin. Bu kadınlar, o inkarcılara helal değildir Onlar da bunlara helal olmazlar. İnkarcıların bu kadınlara verdikleri mehirleri iade edin: Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenizde bir engel yoktur. İnkarcı kadınları nikahınızda tutmayın; onlara verdiğiniz mehri isteyin; inkarcı erkekler de hicret eden mümin kadınlara verdikleri mehirleri istesinler. Allah'ın hükmü budur; aranızda O hükmeder. Allah bilendir, Hakim'dir.Mümtehine:10


Bu âyetin inmesi üzerine Umer, müşrik hâlde bulunan iki karı­sını boşadı. Bunlardan birisini (Kureybe'yi) Muâviye ibn Ebî Sufyân, diğerini de Safvân ibn Umeyye zevceliğe aldı.Buhari, Şartlar:15






AKABE BİATINNDA VERİLEN SÖZLER:

Ey Peygamber, inanmış kadınlar, hiçbir şeyi Allah'a ortak kabûl etmeyip şirk koşmamak ve hırsızlık etmemek ve zinâda bulunmamak ve çocuklarını öldürmemek ve kendi çocuklarından başkasını eşlerine, ben doğurdum diye tanıtıp iftirâ etmemek ve sana, meşrû ve güzel işlerde karşı gelmemek üzere bîatlaşmaya geldikleri zaman bîatlaş onlarla ve onlar için Allah'tan yarlıganma dile; şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahîmdir.MUMTEHINE:12

Ubâde ibnu's-Sâmit (R) şöyle demiştir: Ben (Akabe gece­sinde bey'at eden) nakîbler topluluğu içinde Rasûlullah ile beyat et­tim. Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben sizlerle şu şartlar üzerine bey'at ediyorum: Allah'a (ibâdette) hiçbirşeyi ortak etmemek, hır­sızlık yapmamak, zina eylememek, çocuklarınızı öldürmemek, ken­diliğinizden uyduracağınız hiçbir yalanla kimseye iftira etmemek, hiçbir ma'rûfişte bana isyan etmemek üzere. İçinizden verdiği bu ahd ve sözünde kim durursa, onun mükâfatı Allah 'in zimmet ve fadlı üze­rinedir. Bu dediklerimden birini yapıp da ondan dolayı dünyâda ya­kalanıp cezalanırsa, bu ikaab ona bir keffârettir ve bir günâh temizleyicidir. Bunlardan birini yapıp da yaptığı fiili Allah Taâlâgizlerse, onun bu işi Allah'a kalır. Allah isterse ona azâb eder, isterse onu mağfiret eyler" Buhari, Tevhid:32





KURANI TEVCİDLİ OKUMAK GEREKMEZ:


...O halde Kur'ân'dan size kolay geleni okuyun!...MUZZEMMİL:20


Ömer ibnul-Hattâb(R): Ben Rasûlullah'ın hayâtında bir kerre Hişâm ibn Hakîm'i namazda el-Furkaan Sûresi'ni okurken işittim. Onun kıraatini dinle­dim. Hişâm, Rasûlullah'ın bana okutup öğretmediği bir çok Arab lü­gati şîvesiyle okuyordu. Az kaldı namazı bozacaktım. Fakat selâm verinceye kadar güçlükle sabrettim. Ve selâm verir vermez hemen ridâsının yakasına sarılıp çektim ve:
— Bu sûreyi, okuduğunu işittiğim şekilde sana kim okuttu? diye sordum.
Oda:
— Bunu bana Rasûlullah (S) okuttu! diye cevâb verdi. Ben derhâl:
— Yalan söyledin! Çünkü Rasûlullah bu sûreyi bana, senin oku­duğun lügatten başka bir lehçe ile okutup öğretti, dedim.
Ve onu sürükleyerek Rasûlullah'ın huzuruna götürdüm ve:
— Yâ Rasûlallah! Ben bu adamın el-Furkaan sûresi'ni, sen'in bana öğrettiğin lügatten başka lügatlerle okuduğunu işittim! diye şi­kâyet ettim.
Rasûlullah:
— "Yâ Ömer, hele onun yakasını bırak!' buyurdu. Ve Hişâm'a:
— "Yâ Hişâm, oku bakayım!" diye emretti.
O da Rasûlullah'a karşı, benim kendisinden işittiğim okuyuşla okudu.
Rasûlullah bunun üzerine:
— "Bu sûre böyle indirildi!" dedi. Sonra bana:
— "Yâ Ömer, sen de oku bakayım!" buyurdu.
Ben de, Kendisinin bana okutmuş olduğu okuyuşla okudum. Rasûlullah bana da:
— "Bu sûre böyle indirildi!" diye, okuyuşumu doğru buldu ve:
— "Şübhesiz bu Kur'ân yedi lügat üzerine indirilmiştir. Bunlar­dan kolayınıza gelen lügati okuyunuz!" buyurdu. Buhari, Tevhid:54


NOT: Farklı lehçe ve şive ile okuyuşa peygamberin müsade etmesi Türklerin okunuyuşta meydana getirebilecekleri şive farklılıklarını da hoşgörüsü içine almalıdır.Yeter ki anlam kayması olmasın.















Yorum Gönder

0 Yorumlar