AYETLERİN İNİŞ SEBEPLERİ VE OLAYLAR ALFABETİK SIRA


PEYGAMBERİN HANIMLARINA KÜSMESİ HAFSA , AİŞE VE MARİYE OLAYI:

PEYGAMBERİN HELAL OLAN ŞEYİ HARAM ETMESİNİN SEBEBİ:

Ey Peygamber, eşlerinin rızasını arayarak Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin sen kendine haram ediyorsun?" (Tahrim, 1)


Ey peygamber! Onlara de ki: “İkiniz de tevbe ederek Allah'a yönelin, çünkü ikinizin de kalbi haktan ayrılmıştı ve Allah'ın elçisi olan peygambere karşı birbirinizi desteklerseniz, bilin ki Allah, O'nun koruyucusu ve yardımcısıdır. Sonra da Cibrîl, mü'minlerin doğru dürüst hareket edenleri ve bütün melekler O'nun yardımcılarıdır.TAHRİM:4

Ey peygamber eşleri! Eğer O sizi boşarsa, belki de Rabbi O'na sizin yerinize sizden daha hayırlı, kendisini Allah'a teslim eden, oruç tutan veya O'nun rızasını aramak için yola koyulan daha önce evlenmiş veya bakire kadınlar verir.TAHRİM:5



Abbâs (R) şöyle demiştir: Allah Taâlâ'nın haklarında "Eğer her ikiniz de Allah 'a tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbleriniz eğrildi... " (et Tahrîm: 4) buyurduğu, Peygamber(S)'in zevcelerinden ikisinin kim olduğunu Umer ibnu'I-Hattâb'dan sormağa hırslanır dururdum. Tâ ki Umer hacc yaptı, ben de beraberinde hacc ettim. (Yolun bir yerine geldiğimizde) Umer saptı. Ben de onunla beraber bir su kabı ile saptım. Umer halâya gitti. Sonra geldi. Ben onun ellerine o kaptan su döktüm, o da abdest aldı. Bu sırada ben ona:
— Ey Mü'minlerin Emîri! Peygamber'in zevcelerinden o iki ka­dın kimdir ki, Yüce Allah onlara "Eğer ikiniz de Allah'a tevbe eder­seniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbleriniz eğrildi..." buyurmuştur? diye sordum.
Umer bana:
— Hayret sana ey Abbâs oğlu! Onlar Hafsa ile Âişe'dir, dedi. Sonra Umer o hadîse yönelip şöyle sevkediyordu: Dedi ki:
— Ben Ensâr'dan bir komşumla Benû Umeyye ibn Zeyd yurdu içinde otururdum. Onlar Medine'nin doğu tarafında Avâlî denilen yüksek yerlerde oturuyorlardı. Biz o komşum ile Medine'ye Peygam­ber'in yanına inmeyi nevbetleşe yapıyorduk. Bir gün o iniyor, bir gün de ben iniyordum. Ben indiğim zaman o günün vahy haberlerini yâhud diğer haberleri ona getirirdim, o indiği zaman da bunun benze­rini yapardı. Biz Kureyş topluluğu kadınlara galebe ediyorduk. Ensâr üzerine geldiğimizde bir kavim bulduk ki, kadınları onlara galebe edi­yor. Akabinde bizim kadınlarımız da Ensâr kadınlarının edebinden (sîretlerinden huy) almağa başladılar. Bir gün ben karıma karşı ba­ğırdım. O da bana söz döndürüp karşılık verdi. Bana karşılık verme­sini hoş görmeyip onu azarladım. Karım:
— Sana söz döndürmemi neye münâsib görmüyorsun? Vallahi Peygamber'in zevceleri bile O'na karşılık veriyorlar ve birisi o gün geceye kadar Peygamber'in yanına uğramıyor! dedi.
Bu sözler beni dehşete düşürdü. Ben kadınıma:
— Onlardan bu işi kim yaparsa muhakkak zarar eder, dedim.
Sonra elbisemi üzerime giyinip Avâlî'den Medîne'ye indim ve Hafsa'nm yanına girdim. Ona:
— Ey Hafsa, sizlerden biriniz Peygamber'i tâ geceye kadar bü tün gün boyunca öfkelendiriyor mu? dedim.
— Evet, dedi. Ben de ona:
— Muhakkak perîşân olmuş ve zarar etmişsîndir. Sen Allah'ın, Rasûlü'nün gadabından dolayı gadab etmesi ve helak olmandan emîn misin? Sen Peygamber'den çok şey isteme ve hiçbirşeyde O'na söz döndürme, karşılık verme ve Peygamber'den sakın ayrı kalma! Se­nin için bir ihtiyâç belirmiş olursa benden iste. Ve sakın arkadaşının Peygamber'e senden daha parlak ve daha sevgili olması da seni al­datmasın! dedim. (Umer bununla Âişe'yi kasdediyor.)
Umer dedi ki:
— Biz o sıra Gassânîler bize gazve yapmak için atlarını nallatiyorlarmiş diye haberler alıyorduk. Arkadaşım Ensârî kendi nevbeti gününde Medine'ye indi de yatsı vaktinde bize döndü ve kapımı şid­detli bir vuruşla vurdu. Ve:
— Umer burada mı? dedi.
Ben bu soruştan heyecanlanıp onun yanına doğru çıktım. O;
— Bugün büyük bir iş meydana geldi, dedi. Ben:
— Nedir o? Gassânîler mi geldi? dedim. O:
— Hayır, fakat ondan daha büyük ve daha korkunç! Peygam­ber kadınlarını boşadı, dedi.
Ben kendi kendime: Hafsa eli boş kaldı ve ziyan etti. Ben bunun yakında olacağını zannediyordum, dedim. Akabinde elbiselerimi üze­rime giydim, Peygamber'in beraberinde sabah namazını kıldım. Pey­gamber kendine âid olan ve meşrube denilen yüksekçe odasına girdi ve orada yalnızlığa çekildi. Ben yine Hafsa'nın yanma girdim. Bak­tım ki o ağlıyor.
— Seni ağlatan nedir? Ben seni bu işten sakındırmadım mı? Pey­gamber sizleri boşadı mı? dedim.
Hafsa:
— Bilmiyorum, O, işte tâ şu meşrubede ayrılıp çekilmiş, dedi. Ben dışarı çıkıp minberin yanına geldim. Gördüm ki, minberin etrafında bâzıları ağlar bir topluluk var. Ben de onların yanında bi­razcık oturdum. Sonra vicdanımda hissettiğim duygu bana galebe etti de yine içinde Peygamber'in bulunduğu yüksek odaya geldim. Pey­gamber'in siyah uşağı Rebâh'a:
— Umer için izin iste! dedim.
Uşak içeri girip Peygamber'Ie konuştuktan sonra döndü de:
— Peygamber'Ie konuştum. Seni kendisine zikrettim. Birşey söy­lemeyip sustu, dedi.
Bunun üzerine ben oradan ayrıldım ve tekrar minberin yanında bulunan toplulukla beraber oturdum. Sonra yine vicdânımdaki duy­gu bana galebe etti. Varıp uşağa:
— Umer için izin iste! dedim. O içeri girdi, sonra çıktı da:
— Seni Peygamber'e zikrettim, sükût etti, dedi.
Ben tekrar dönüp minber etrafındaki topluluğun yanına otur­dum. Sonra hissetmekte olduğum duygu bana galebe etti. Yine uşa­ğa gelip:
— Umer için izin iste, dedim.
İçeri girdi, sonra bana doğru döndü de:
— Seni Peygamber'e zikrettim, sustu, dedi.
Geriye dönüp ayrılırken, bir de baktım ki, uşak beni çağırıyor!
— Peygamber sana izin verdi, dedi.
Akabinde ben Rasûlullah'ın huzuruna girdim. Baktım ki Rasûlullah, kendisiyle arasında bir döşek olmadan hasır örgüleri üzerine yan yatmış, bedeninin yan tarafına örgüler iz yapmış, dolgusu hur­ma lifi olan deriden bir yastık üzerine yaslanmaktadır. Kendisine se­lâm verdim, sonra daha ben ayakta dikilirken:
— Yâ Rasûlallah! Kadınlarını boşadın mı? dedim. Gözünü bana doğru yükseltti de:
— "Hayır (boşamadim)" buyurdu. Ben:
— Allâhu Ekber! dedikten sonra yine ayakta olduğum hâlde: İzin istiyorum yâ Rasûlallah! Beni gördün ki, biz Kureyş topluluğu ka­dınlara gâlib bulunuyorduk. Medine'ye geldiğimizde bir kavim bul­duk ki, kadınları onlara galebe ediyor! dedim.
Bu sözlerim üzerine Peygamber gülümsedi. Sonra şunları söyledim:
— Yâ Rasûlallah! Beni gördün! Ben Hafsa'nın yanma girdim de ona: Sakın arkadaşının Peygamber'e senden daha parlak ve daha sevgili olması seni aldatmasın, dedim. (Umer bu sözüyle Âişe'yi kas­dediyor.)
Peygamber bir daha gülümsedi. Ben O'nun gülümsediğini gör­düğüm zaman oturdum. Gözümü kaldırıp odanın içine baktım. Al­lah'a yemîn ederim ki, evin içinde tabaklanmamış üç deriden başka gözü geri çevirecek hiçbirşey görmedim.
— Yâ Rasûlallah! Allah'a duâ et, ümmetine genişlik versin. Fars­lar ve Rumlar üzerine genişlik yapılmış; onlar Allah'a ibâdet etmez­lerken dünyâ kendilerine verilmiştir, dedim.
Bunu söyleyince Peygamber dayanmışken doğrulup oturdu da:
— "Sen bu dünyâ ni'metleri hakkında mı düşünüyorsun ey Hattâb oğlu! Şübhesiz onlar, tayyibâtlan dünyâ hayâtında acele veril­miş olan kavimdir" buyurdu.
Bunun üzerine ben:
— Benim için mağfiret isteyiver! dedim.
Hafsa o sözü Âişe'ye açıkladığı zaman, işte o sözden dolayı (yânî Peygamber'in Âişe'nin nevbeti gününde Mısırlı Mâriye ile yalnız kalması; Hafsa'nın bunu bilip de Âişe'ye ifşa etmesinden dolayı) Pey­gamber (S) kadınlarından yirmidokuz gece ayrılıp, yalnızlığa çekil­di. Peygamber, kadınlarına öfkesinin şiddetinden ve Allah'ın kendisini :


"Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnûdluğunu arayarak Allah'ın sana halâl kıldığı şeyi niçin (kendine) haram ediyorsun?.,," (Tahrîm:1) kavliyle azarladığı zaman;
— "Ben kadınların yanına bir ay girecek değilim" demişti. Nihayet yirmidokuz gece geçince Âişe'nin yanına girdi ve onun nevbetine tesadüf ettiği için onunla başladı. Âişe:
— Yâ Rasûlallah, Sen bizim yanımıza bir ay girmiyeceğine yemîn etmiştin. Sen ise bugün benim iyice saymakta olduğum yirmidokuzuncu gecenin sabahına girdin, dedi.
Peygamber:
— "Ay yirmi dokuz gecedir. Bu ay da yirmidokuz gece oldu" buyurdu.
Âişe: Bundan sonra Allah, Tahyîr (Ahzâb: 28-29) âyetini indirdi de:

Ey Nebî (Peygamber)! Zevcelerine de ki: "Eğer dünya hayatını ve onun ziynetini istiyorsanız, o zaman gelin sizi metalandırayım (mehrinizi vereyim). Ve sizi güzel bir bırakışla boşayayım.
Yok, eğer Allah'ı ve Peygamberini ve âhiret gününü istiyorsanız bilin ki hiç şüphe yok, Allah, iyilik edenlerinize büyük bir mükâfat hazırlamıştır.


Peygamber, kadınlarından ilk olarak muhayyer kılmaya benimle başladı. Ben de kendisini tercîh ettim. Sonra diğer bütün kadınlarını muhayyer kıldı, onlar da Âişe'nin dediği gibi söylediler.Buhari,Nikah:84





Tahrim:1 ayeti için 2 sebep:

Peygamber eşleri birbirini kıskanırdı: (Bal olayı )
Âişe (R) şöyle demiştir: Rasûhıllah (S) balı ve tatlıyı severdi, ikindi namazından döndüğü zaman kadınlarının yanına girer ve onlardan birinin yanına yaklaşırdı. Bir gün Umer'in kızı Hafsa'mn yanına girdi de, orada kalmakta olduğundan daha çok kaldı. Ben bunu kıskandım (ve bunun sebebini soruşturdum). Bana:
— Hafsa'ya, kavminden bir kadın küçük bir çömlek bal hediye etti, o da bu baldan Peygamber'e şerbet içirdi, denildi.
Ben de kendi kendime: Vallahi biz bunun için muhakkak bir hi­le yaparız! dedim.
Akabinde Şevde bintu Zem'a'ya şöyle dedim:
— Biraz sonra Rasûlullah muhakkak sana yaklaşacaktır. Sana yaklaştığında O'na: Sen megâfîr mi yedin? dersin, O da sana: Hayır, diyecektir. Bunun üzerine sen de O'na: Sen'den hissetmekte olduğum bu koku nedir? dersin. O da sanajnuhakkak: Hafsa bana bal şerbeti içirmişti! diyecektir. Sen de O'na:. O balın arısı urfut ağacından top­lamıştır! dersin. Bana geldiğinde ben de böyle söyleyeceğim. Yâ Sa-fiyye, sen de böyle söyle! dedim .
Âişe bu ta'lîmâtın tatbik suretini şöyle anlatmıştır: Şevde şöyle diyordu:
— Vallahi çok geçmedi Rasûlullah kapının önünde durdu. Yâ Âişe, senden korktuğum için bana emrettiğin sözü hemen Rasûlul-lah'a oracakta iken söylemek istedim.
(Âişe dedi ki:) Rasûlullah ona yaklaşınca, Şevde O'na:
— Yâ Rasûlallah, sen megâfîr zamkı mı yedin? demiş O da:
— "Hayır!" diye cevâb vermiş. Şevde:
— Sen'den hissetmekte olduğum bu koku nedir? demiş. Rasûlullah:
— "Hafsa bana bal şerbeti içirmişti!" buyurmuş. Şevde:
— O balın arısı urfut ağacında yayılmış! demiş.
Nihayet Rasûlullah benim odama dönüp geldiğinde ben de bu sözlerin benzerini söyledim. Safiyye'ye gittiğinde o da bunların ben­zerini söylemişti. Sonra Rasûlullah dönüp Hafsa'nın nevbetinde ya­nına vardığında, Hafsa:
— Yâ Rasûlallah! Sana o bal şerbetinden içireyim mi? diye sor­duğunda Rasûlullah:
— "Hayır, benim ona ihtiyâcım yoktur!" buyurdu. Âişe (rivayetine son vererek) dedi ki: Şevde bana:
— Vallahi biz Rasûlullah'ı bal şerbetinden mahrum ettik, diyor­du.
Ben de Sevde'ye:
— Sus! dedim (ve Hafsa hakkındaki hîle ve tedbîrimizin duyul­masını istemedim)Buhari, Talak:7



Mariye olayı:
Not: 
 Kütüb-ü Sitte'nin hiçbirinde bu olayın (Mariye ile Hafsa'nın evinde yakalanma) zikri geçmemektedir. Sadece Nesei'de Hz. Enes'ten nakledilen bir hadiste, Rasulüllah'ın (asm) bir cariye ile temettu ettiği, Hz. Hafsa ile Hz. Aişe'nin baskı yapmaları sonucunda Hz. Peygamber'in(asm) o cariyeyi kendine haram kıldığı ve bunun üzerine Tahrim:1 ayetleri indiği söylenilir.








KÜÇÜK YAŞTA EVLİLİK OLUR MU:
'Kadınlarınız içinden artık âdetten kesilmiş olanlarla henüz âdetini görmemiş bulunanlarda eğer şübhe ederseniz, onların iddeti üç aydır..." (Talâk: 4)


İnsanın Kendi Küçük Çocuklarını Nikâh Etmesi(Nin Cevazı) Babı:
Çünkü Allah bu âyette, bulûğdan evvelkilerin iddetlerini de üç ay yapmıştır .
Bize Sufyân ibn Uyeyne, Hişâm'dan; o da babası Urve'den; o da Âişe(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) Âişe ile Âişe altı yaşında iken evlenmiş, Âişe dokuz yaşında iken de zifafa girdi­rilmiş, Peygamber'in yanında da dokuz sene kalmıştır .Buhari,Nikah:39



SADAKA VERENLERLE DALGA GEÇENLER İÇİN İNEN AYET:

Ebû Mes'ûd (R) şöyle demiştir: "Onların mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini temizlemiş; bununla onları bere­ketlendirmiş olasın.. " maâlindeki (Tevbe; 103) sadaka âyeti indiği za­man, biz arkamızda ücretle yük taşımağa (kazancımızdan sadaka verip bu sevaba ermeye) çalışırdık. Sahâbîlerden biri çokça bir para geti­rip sadaka olarak verdi. Bunu gören münafıklar: Bu murâîdir; gös­terişçidir; dediler. Sonra diğer bir kimse geldi ve bir sâ' hurma sadaka verdi. Bu defa da münafıklar:, Allah bu adamın bir sâ' sadakasından şübhesiz ganîdir, dediler. Bunun üzerine şu âyet indi: 


"Sadakalarda, bağışlarda bulunan müminlerle (bir türlü), güçlerinin yetebildiğinden başkasını bulamayan fakirlerle (diğer türlü lâf atarak, kaş göz oyna­tarak) eğlenenler; Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için acıtıcı bir azâb da vardır** (Tevbe: 79) Buhari, Zekat:10









PEYGAMBERİMİZİN ABDULLAH BİN UBEYY BİN SELUL'ÜN CENAZESİNİ KILMASI

Oğlu Abdullah babasının vasiyeti üzerine Hz. Resûlullahın huzuruna çıkarak, "Yâ Resûlallah! Gömleğini bana versen de, babamı onunla kefenlesem" dedi. Sonra da, "Yâ Resûlallah! Onun namazını kılıp istiğfarda bulunsanız" diye ricada bulundu.
Gariptir ki, hayatı boyunca İslâmiyet aleyhinde plânların tasavvuru ve tahakkuku ile meşgul olan bu adamın kefenlenmesi için Resûl-i Ekrem Efendimiz sırtından gömleğini çıkarıp Hz. Abdullah'a verdi ve "Cenaze hazırlanınca bana haber veriniz, namazını kılayım" buyurdu.



Bunun üzerine Hz. Ömer, arkasından ridasına yapıştı, "Yâ Resûlallah! Allah sizi münâfıklar üzerine namaz kılmaktan nehyetmedi mi?" dedi.Ve şu ayeti hatırlattı:
Onlar için istiğfar et yâhud istiğfar etme. Eğer onlar için yetmiş defa istiğfar dahi etsen, yine Allah kendilerini kafiyyen mağfiret etmiyecektir (Tevbe: 80)



Peygamber:
"Ben, istiğfar etmek veya etmemekte serbest bırakılmışım. Ben de tercihimi yaptım" dedi.
Daha sonra Resûlallah (a.s.m.), Abdullah bin Übeyy'in cenaze namazını kıldı ve kabri başına kadar da gitti.


Aradan çok zaman geçmeden Peygamberimiz (s.a.v.)e münâfık ölüleri hakkında Cenâb-ı Hak tarafından şu kesin emir verildi:
"Onlardan ölen hiçbir kimsenin asla namazını kılma ve kabrinin başında durma. Onlar Allah'ı ve Resûlünü inkâr etmişler ve Allah'a itaatten çıkmış olarak ölüp gitmişlerdir."Tevbe:84

Bundan sonra Peygamber Efendimiz, hiç bir münâfığın cenaze namazını kılmadı.



TEBUK SEFERİNE KATILMAYIP GERİ DURANLARDAN ALINAN ZEKAT:

Ve diğerleri (Tebuk savaşından geri kalanların bir kısmı), günahlarını itiraf ettiler. Salih ameli, diğer kötü (amel)le karıştırdılar. Umulur ki; Allah, onların tövbelerini kabul eder, muhakkak ki; Allah, Gafur'dur (mağfiret edendir), Rahîm (rahmet nuru gönderen)'dir.
Onların mallarından sadaka al; bununla onları (günahlardan) temizlersin, onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (onları yatıştırır). Allah işitendir, bilendir.Tevbe:102,103



Tevbe, 103 ayetinde Tebük seferine katılmayan müminlerin mallarından alınması emredilen sadaka, bazı alimlere göre zekat olmayıp, kefaret-i zünubdur, mali ceza değil, tav’u niyete mütevakkıf bir sadakadır. Seferden geri kalanların bu suçu mal sevgisinden kaynaklandığı için tövbelerinin sıhhati bakımından bu malı feda etmeleri gerektiği için ilgili olayda Hz. Peygamber Tebük Seferine katılmayanların mallarının 1/3’ünü almıştır. Aslında bu ayette mali saikle işlenen suçlara mali ceza verileceğine dair bir işaret mevcuttur denilebilir.

SON ANDA YAPILAN ŞEHADET VE AF DİLEME
Ebû Tâlib'e ölüm alâmetleri geldiği sırada ona Rasûluilah (S) geldi ve amcasmın yanında Ebû Cehl ibn Hişâm ile Abdullah ibn Ebî Umeyye'yi buldu. Rasûluilah, Ebû Tâ­lib'e hitaben:
— "Yâ amca! Lâ ilahe illeheillallah kelimesini söyle de, bununla Allah katında sana şehâdet edeyim" dedi.
Ebû Cehl ve Abdullah ibn Ebî Umeyye:
— Yâ Ebâ Tâlib! Abdulmuttalib milletinden yüz mü çevirecek­sin? diye men' ettiler.
Fakat Rasûlullah bu tevhîd kelimesini amucasma arz etmeye de­vam ediyordu. O iki kişi de mütemâdiyyen o sözlerini tekrar ediyor­lardı. Nihayet Ebû Tâlib bunlara söylediği son söz olarak:
— O (yânî ben), Abdulmuttalib milleti üzeredir, dedi ve Lâ ila­he illallah demekten çekindi.
Rasûlullah (S):
— "İyi bil ki (ey amucam)! Allah'a yemin olsun, bensana mağfiret dilemekten nehy olunmadığım müddetçe, senin için muhakkak Allah'tan mağfiret isteyeceğim" dedi.
Akabinde Allah bu hususta şu âyeti indirdi:
"Müşriklerin o çılgın ateşin yaranı oldukları muhakkak meyda­na çıktıktan sonra, artık onların lehine, velev hısım olsunlar, ne Pey­gamber ne de müzmin olanların istiğfar etmeleri doğru değildir" (Tevbe: 113)














Yorum Gönder

0 Yorumlar