HADİSE NASIL YAKLAŞILMALIDIR?














"Sözcüklerin fiillerden türediğini varsayan ekole göre hadis terimi “daha önce olmayıp sonradan meydana geldi” anlamına gelen hadese kök fiilinden gelir. Sözcüklerin mastarlardan türediğini varsayan ekole göre, “eski olmayıp yeni ve orijinal olan şey” anlamına gelir.(1)
✅Bu sözcük kavramlaştıktan sonra genellikle “Hz. Peygamber’in ağzından çıkan söz” anlamına alınmıştır. Hadis terimini, lafız, kavil, kelâm gibi anlam alanına giren diğer sözcüklerden ayıran taraf, onun özgün, amaçlı ve orijinal bir söz oluşudur. Bu sözün hadis sayılabilmesi için peygamberlik misyonuyla doğrudan ilişkili olması gerekir. Yani Hz. Peygamber o sözü, dinî bir beyan olması amacıyla sarf etmelidir.
✅Sünnetin başına gelen hadisin de başına gelmiş ve Hz. Peygamber’in ağzından çıkan her söz misyonuyla ilgili addedilerek “hadis” adı altında tasnife tabi tutulmuştur. Fakat bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz nokta, hadisin sünnetle ayrıştırılması güç bir biçimde karıştırılarak, sünnetin hadis, hadisin sünnet sanılmasına, dahası artık ikisi arasındaki ayrımın yok olmasına yol açılmasıdır. Bunun sonucunda hadise sünnet muamelesi yapılmış, bunu fark eden art niyetli kimi çevreler ve kişiler ise, hadis üretim merkezi gibi çalışarak, dinin temiz kaynağına onda olmayan birçok unsuru sokma imkânı bulmuşlardır.
✅Oysaki hadisle sünneti ayırma işi, ilk dönemlerde üzerinde hassasiyetle durulan bir konuydu. Mesela, sahabeden Munakka’ b. Husayn şöyle der: “Kur’an ile örtüşen, sünnet uygun olan hadislerden başka hiç hadis rivayet etmedim. Çünkü Peygamber adına daha hayatında yalan isnat ediliyordum u. Ölümünden sonra neler yapılmaz ki?”(2)  Bu sahabi “sünnete uygun olan” hadislerin varlığından söz ettiğine göre, “sünnete uygun olmayan” hadislerin var olduğunu da kabul etmek gerekecektir. İşte yüzlercesi, belki binlercesinden biri: “Rasulullah şartlı satışı yasakladı.” Bu ünlü bir hadis. Oysa Cabir b. Abdullah’ın rivayetinde bu hadise aykırı şöyle bir uygulamanın var olduğunu öğreniyoruz: “Rasulullah bir sefer esnasında benden bir deve satın aldı, benim ona Medine’ye kadar binme şartımı kabul etti.”(3)  Bizim için bu ikisini telif etmek zor değildir. Rasulullah yasaklamayı farklı bir bağlamda, bu izni ise yine farklı bir olayda vermiş olabilir.
✅Sahabe kimi durumlarda Hz. Peygamber’in sözüne tabi olmamışken, aynı konuda ortaya koyduğu fiiline uymuştur. Hudeybiye’de yaşanan, bunun tipik bir örneğidir. Hudeybiye’de sahabe Rasulullah emir verdiği hâlde ihramdan çıkmamış ve kurban kesmemiş, fakat kendisi bunları yapınca onun ameline uymuşlardır.(4)
✅İçerisinde “sünnet” barındırmayan “hadis”in rivayetine İmam Malik de karşıdır. O, şöyle der: “İbn Şihab’tan çok hadis işittim. Onlardan hiçbirini rivayet etmedim, rivayet etmem de!” el Fervi der ki: “Niçin, diye sordum, o da “Amelî bir değeri olmadığı için”العمل عليها ليس dedi.”(5) İmam Malik öldüğü zaman, geride bıraktıkları arasında, hayatında asla rivayet etmediği pek çok hadis bulunmuştur. Kendisine “Bu hadisi senden başka bilen yok” denildiği zaman onu terk ederdi.(6)
✅İbn Abdilberr şöyle der: “Hz. Ömer, bir hüküm barındırmayan ve bir sünnet ifade etmeyen hadislerin nakledilmesini yasaklamıştı.”(7)
✅Seçkin sahabe, sünnetle hadisi birbirine karıştırmadığı gibi, Hz. Peygamber’in hadislerine illetini ve amacını gözardı ederek yaklaşmamıştır. İşte bir örnek: Hz. Peygamber sahibi bilinemeyen buluntu develerin alınıp satılmasıyla ilgili bir soruya, onun alınmaması, zira kendisini koruyabileceği ve sahibinin gelip onu bulabileceği şeklinde haber vermiş tir.(8) Sahabe bu hükme uymuştur. Ancak Hz. Osman, ahlaki bozulma sebebiyle, buluntu develerin alınıp satılmasını ve sahibi adına paraların alıkonulmasını emretmiştir. Hz. Ali ise değerin malın yerini tutamayacağından hareketle, develerin alınıp harcamalarının devlet hazinesinden yapılmasını emretmiştir.(9)
✅Bu örnekteki her üç uygulamanın bir tek amacı vardır: Malı sahibine ulaştırmak. Burada esas olan amacın gerçekleşmesidir. Sünnet olan amaçtır, araç değil. Bu gerçek göz ardı edilince, sünnet ve hadis gidiyor, yerini sünnetçilik ve hadisçilik adını vereceğimiz bir “ideoloji” alıyordu.
✅Eğer doğruysa, İbn Abdilberr’in verdiği şu örneği, bu yönelişin başlangıcı sayabiliriz: “Hz. Peygamber namazı seferde kısalttığı için, İbn Ömer buna muhalefet edip namazı tam kılanın kâfir olacağını söylemiştir.(10) Buradaki “kâfir” sözcü-
ğünü lafzi anlamına irca edip “nankör” şeklinde anlasak dahi, bu tasarruf söz konusu yönelişin mahzurlarını yok etmeye yetmiyor. Sünnet ideolojisi, daha ileri boyutlara da varıyor; tıpkı şu örnekte olduğu gibi: Muhammed b. Mukatil’in “Şayet bir belde halkı sivakı (diş misvaklamayı) terk etme konusunda ittifak etse, kâfirlerle savaştığımız gibi onlarla da savaşırız.” dediği nakledilir.(11)
✅Usul âlimleri, yazdıkları fıkıh usulü kitaplarında sünnetle hadisi ayrı ayrı ele almışlar, bu ayrımın dayandığı ilkeleri ise ayrıntılı bir biçimde açıklamışlardır.(12)"
▶️Dipnotlar:
(1) İbn Faris, Mekayis, Firuzâbâdî, Kamus, ilgili md.
(2) İbn Hacer, el-Isabe (2. Ks), 6/225.
(3) Buhari, Şurut 4, Müslim, Müsafirin, 72.
(4) Bu olayı, söz konusu teorik tartışmaya örnek vermeye dahi gönlümüz razı
değil. Çünkü bireysel ve toplumsal tüm davranışlar sınırsız neden, illet ve
amaçlara dayalı olarak gerçekleşebilir. Şu hâlde onları kodlamanın yanlış
sonuçlara götürebileceğini düşünmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
(5) Şatıbi, el-Muvafakat, 4/170
(6) Şatıbi, Ay.
(7) Camiu Beyani’l-İlm, 2/121.
(8) Buhari, İlim 28, Lukata 1-4, 9-11
(9) İbn Hazm, el-Muhalla, 8/271.
(10) İbn Abdilberr, Camiu Beyani’l-ilm, 2/195.
(11) el-Leknevi, Tuhfetu’l-Ahyar, s. 186.
(12) Bir örnek olarak bkz. İbn Hazm, el-İhkâm, I/154 vd."

ALINTI

Yorum Gönder

0 Yorumlar