Bakara Suresi, 258 - 260) Hz. İbrahim Ve Ölülerin Diriltilmesi



Bakara Suresi, 258 - 260) Hz. İbrahim Ve Ölülerin Diriltilmesi









258- تَرَ إِلَى الَّذِي حَآجَّ إِبْرَاهِيمَ فِي رِبِّهِ أَنْ آتَاهُ اللّهُ الْمُلْكَ أَلَمْ “Allah kendisine hükümdarlık verdi diye (şımarıp) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi?”









Ayet, Nemrudun Hz. İbrahimle münazaraya girişmesine hayret ettirir ve onun ahmaklığını gözler önüne serer.




Allahın mülk ve saltanat vermesi kendisini şımarttı ve münazaraya sevketti. “Sana iyilik yaptım diye bana düşmanlık yaptın” sözünde olduğu gibi, burada da aksiyle göstermek vardır. Yani, “Allahın ona mülk vermesinin sonu bu mu olmalıydı?”




Ayette Allahın kâfire saltanat vermesini caiz görmeyen Mu’tezile aleyhine bir delil de vardır.









إِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّيَ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ “Hani İbrahim, “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti.”




Rabbim, cesedlerde hayatı ve ölümü yaratarak hayatı verir, hayatı alır.









قَالَ أَنَا أُحْيِي وَأُمِيتُ “O da, “Ben de diriltir ve öldürürüm” dedi.”




Ben de öldürmeyerek ve öldürerek hayatı verir, hayatı alırım.




قَالَ إِبْرَاهِيمُ فَإِنَّ اللّهَ يَأْتِي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ  “İbrahim dedi: “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, haydi sen de onu batıdan getir!”




Aslında Nemrudun “Ben de diriltir ve öldürürüm” ifadesi fasit bir mukabeledir, gerçekte delil olmaktan uzaktır. Ancak Hz. İbrahim, birini affetmek veya öldürmekle hayat vermiş veya öldürmüş olamayacağını tartışmak yerine, Allahtan başkasının güç yetiremeyeceği şeylerden kapalı misali bırakıp açık misale geçti. Yoksa bir delili bırakıp başka delile intikal etmedi.[1>




Ayrıca Nemrud, Allahın yaptığı her şeyi kendisinin de yapabileceğini iddia etmiş olabilir. Hz. İbrahim böyle diyerek onun davasını çürütmüştür.




Nemrudu böyle bir iddiaya sevkeden durum, saltanatın kendisini şımartması ve ahmaklığı olabileceği gibi, hulûl inancı da olabilir.[2>




Denildi ki: Hz. İbrahim putları kırınca Nemrut O’nu günlerce hapiste tuttu, sonra yakmak için oradan çıkarttı. Ona “Senin davet ettiğin Rab kimdir?” diye sual etti ve bu konuda O’nunla tartıştı.









فَبُهِتَ الَّذِي كَفَرَ “O kâfir şaşırıp kaldı.”




وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ “Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.”




Hidayeti kabulden kaçınarak nefsine zulmeden kimselere Allah hidayet etmez.




Veya onları münazarada galip kılacak delil getirmeyi nasip etmez.




Veya onları kıyamet günü cennet yoluna sevketmez.









259- أَوْ كَالَّذِي مَرَّ عَلَى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَى عُرُوشِهَا “Yahut altı üstüne gelmiş bir şehre uğrayan kimseyi (görmedin mi?)









Bunun Hz. İbrahimin kelâmının devamı olduğu da söylenmiştir. Yani, “eğer diriltebiliyorsan Allahu Teâlânın şu olayda dirilttiği gibi sen de dirilt!”




Burada bahsi geçen şahsın Hz. Üzeyr veya Hz. Hızır olduğu söylenir. Üstteki kıssayla bağlantılı olarak düşünüldüğünde ise, öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kimsenin hâli olarak değerlendirilebilir.




Bahsi geçen karye (belde) Buhtunnasrın harap ettiği zamanda Beytu’l-Makdis veya daha önce bahsi geçen ve kendisinden binlerce kişinin çıktığı belde olduğu söylenir. Başka bir belde olması da mümkündür.









قَالَ أَنَّىَ يُحْيِي هََذِهِ اللّهُ بَعْدَ مَوْتِهَا “Şöyle dedi: Allah, burayı ölümünden sonra nasıl diriltir?”









Bunu diyen mü’min ise, böyle deyişinde ihya yolunu tam bilmeyişini itiraf etmek ve buna hayat verecek Allahın kudretini büyük görmek vardır.




Ama kâfir ise, “nasıl diriltir?” derken “hayır, diriltemez” şeklinde akıldan uzak görmek vardır.









فَأَمَاتَهُ اللّهُ مِئَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُ “Bunun üzerine, Allah onu öldürüp yüzyıl ölü bıraktı, sonra diriltti.”




قَالَ كَمْ لَبِثْتَ “Ve ona dedi: Ne kadar (ölü) kaldın?”




Bu soruyu soran Allahu Teâlâ’dır. Muhatabı kâfir de olsa bu şekilde konuşması uygundur. Çünkü, o inkarcı diriltildikten sonra iman etmiştir veya iman etmeye yaklaşmıştır.




Böyle soran melek veya peygamber de olabilir.




قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ “O dedi: Bir gün veya bir günden daha az kaldım.”




Denildi ki, kuşluk vakti ölmüştü, yüz yıl sonra güneşin batımına yakın bir vakitte diriltildi. Güneşe bakmadan “birgün” dedi, ama baktıktan sonra “günün bir kısmı” diye düzeltti.




قَالَ بَل لَّبِثْتَ مِئَةَ عَامٍ “Allah dedi: Hayır, yüz yıl kaldın.”




فَانظُرْ إِلَى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ   “Böyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamış.”




Denildi ki, yiyeceği incir ve üzüm idi, içeceği ise meyve suyu veya süt idi. Tamamı bıraktığı gibi duruyordu.




وَانظُرْ إِلَى حِمَارِكَ “Bir de eşeğine bak!”




“Şimdi eşeğine bak, kemikleri nasıl da dağılmış?” Veya “ona bak, nasıl da bağladığın gibi sâlimen yerinde duruyor? Biz, yiyecek ve içeceği bozulmaktan koruduğumuz gibi, su ve gıda olmadan onu da koruduk.”




Ancak birinci mana hâle daha ziyade delil olur ve sonrasına daha uygundur.









وَلِنَجْعَلَكَ آيَةً لِّلنَّاسِ (Böyle yapmamız), seni insanlara ibret kılmamız içindir.”




Bizim bunu yapışımız, seni insanlara bir delil yapmak içindir. Rivayete göre eşeğine biner, kavmine gider “ben Üzeyirim” der, onlar ise yalanlar




lar. Bunun üzerine ezbere Tevratı okur. Ondan önce kimse Tevrat’ı ezberlememişti. Bunu görünce O’nu tanırlar ve “O, Allahın oğlu” derler.




Denildi ki: Evine vardığında kendisi genç idi, ama evladı ihtiyarlamıştı. Onlarla konuştuğunda “bu, yüzyıl öncesinin dili” dediler.




وَانظُرْ إِلَى العِظَامِ “Ve kemiklere bak.”




Burada bahsi geçen kemikler, o eşeğinin kemikleri veya “Allah bunları nasıl diriltir?” diye taaccüp ettiği ölülerin kemikleridir.




كَيْفَ نُنشِزُهَا “Nasıl onları bir araya getiriyoruz?”




“Onları nasıl diriltiyoruz.”




Veya “bazısını bazısına yükseltiyor, orayı onunla örtüyoruz.”




ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًا “Sonra onlara et giydiriyoruz?”




فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُ قَالَ أَعْلَمُ أَنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ     “Bunlar kendisine apaçık belli olunca, şöyle dedi: Biliyorum ki Allah her şeye kadirdir.”









260وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ “Hani İbrahim şöyle demişti:”









  رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَى “Ya Rabbi! Ölüleri nasıl diriltirsin, bana göster.”




Hz. İbrahimin bunu istemesi, ilminin ayne’l-yakine çıkması, yani doğrudan gözüyle de dirilme olayını görmek içindir.




Şöyle de anlatılır: Nemrut “Ben de diriltir ve öldürürüm” deyince Hz. İbrahim “Allahın diriltmesi ruhu bedene geri döndürmesiyledir” dedi. Bunun üzerine Nemrud “gözünle gördün mü?” diye sordu. Hz. İbrahim “evet” diyemedi. Başka bir ciheti anlatmaya intikal etti. Sonra da Cenab-ı Haktan ölüleri dirilttiğini göstermesini istedi. Ta ki, kendisine tekrar sorulursa kalbi mutmain bir şekilde “evet, gördüm” diyebilsin.









قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن “Allah: İnanmadın mı?” dedi.”




Cenab-ı Hak, elbette Hz. İbrahim’in imanda en üst kimselerden olduğunu biliyordu. Bunu sorması, kıssayı işitenlerin O’nun sorma maksadını bilmeleri içindir.




بَلَى وَلَكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي “Evet, (inandım), ancak kalbimin mutmain olması için” dedi.”




 “Evet ya Rabbi inandım, lakin bunu isteyişim basiretimin ve kalbimin sükûnetinin artması içindir.”









قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّنَ الطَّيْرِ “Allah dedi: Öyleyse, dört kuş al.”




Bu dört kuşun tavus, horoz, karga ve güvercin olduğu söylenir. Bazıları güvercin yerine kartalı söyler.




Bunda şöyle bir işarî mana vardır:




-Tavus, şehevani isteklerin ve süslü şeylerin sembolüdür.




-Horoz saldırgandır.




-Karga hısset-i nefs ve tul-u emelle meşhurdur.




-Güvercin hevâsının peşinden koşar.




Nefsi ebedi hayatla ihya etmek için, bütün bu özellikleri terk etmek gerekir.




Ayette kuşların nazara verilmesi, bunların insana daha yakın olmasından ve canlı özelliklerini kendilerinde daha çok toplamalarındandır.




فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ “Onları kendine alıştır.”




Onları kendine meylettir, onlarla beraber ol, ta ki onları dikkatle izleyesin, alâmetlerini bilip diriltildikten sonra başkalarıyla karıştırmayasın.




ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءًا “Sonra onlardan her bir parçayı bir dağa bırak.”




Sonra onları parçala ve parçalarını yakınındaki dağlara dağıt.




ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا “Sonra da onları çağır, sana uçarak gelirler.”




Sonra “Allahın izniyle gelin” diye çağır, koşarak veya uçarak sana geleceklerdir.




Rivayete göre Hz. İbrahim onları boğazlamak, tüylerini yolmak ve başlarını yanında alıkoymakla emrolundu. Emre göre bu kuşların parçalarını birbirine kattı, karışık bir şekilde dağlara bıraktı. Sonra da onları çağırdı. Çağırdığında her bir parça diğer parçalarla birleşerek cüsse haline geldiler, başlarına doğru yönelip bütünleştiler.




Ayette şöyle bir işarî mana vardır:




Nefsini ebedi hayatla hayatlandırmak isteyen kimse bedenî kuvvelerine yönelip onları öldürmesi ve bunları birbiriyle mezcetmesi gerekir, ta ki bunların şiddeti kırılsın ve ne zaman aklın veya dinin davetiyle onları çağırdığında hemen itaat etsinler.




Ayette Hz. İbrahim’in üstünlüğüne açık bir alâmet de vardır. Allahu Teâlâ Hz. Üzeyre ölüleri nasıl dirilttiğini yüzyıl sonra göstermişken, Hz. İbrahim’e hemen göstermiştir.




Ayrıca mukayese noktasında, birincide “Allah burayı nasıl diriltir” denilmişken, Hz. İbrahim “Ya Rabbi! Ölüleri nasıl diriltirsin, bana göster” diyerek gayet güzel bir edep nümunesi göstermiştir.









وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Ve bil ki, şüphesiz Allah Azîz – Hakîm’dir.”




Bil ki Allah Azîz’dir, dilediğini yapmada aciz değildir. Hakîm’dir, yaptığı ve terk ettiği her şeyde tam bir hikmet sahibidir.











[1> Yani, aslında Hz. İbrahim “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, haydi sen de onu batıdan getir!” derken, birinci defa söylemiş olduğu “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” cümlesini biraz daha açmış, daha kolay anlaşılır bir misal getirmiştir. Hayatı vermek ve almak güneşe söz geçirir bir kuvveti gerektirir. Güneşe fermanı geçmeyen biri, diriltme ve öldürme iddiasında bulunamaz. Dolayısıyla Hz. İbrahim’in bu ikinci cümlesi, “haydi tamam hayatı verdin ve aldın, ama bunu da yapabilir misin?” şeklinde anlaşılmamalıdır.




[2> Hulûl inancı, Allahın insanın içinde olduğunu kabul etmektir. Hz. İsa’yı ilah kabul etmek de böyle bir inancın neticesidir.


Yorum Gönder

0 Yorumlar